12 Ocak 2014

Merhaba.
Belki de defterle aramın düzeleceği gündeyim. 
Bazen geçmişin hiç önem vermediğiniz ayrıntıları kimsenin anlayamayacağı ve hissedemeyeceği kadar soyut ve nedensiz bir biçimde yoruyor insanı. 
Hislerini biraz olsun yoğun yaşadığı bir dönemdeyse insan, tüm masumiyetini, tüm çocukluğunu en saf biçimde yaşayabiliyor. 
Çocukluğun neşesini demiyorum, hüznünü.
Birazdan bahsedeceğiniz insan, kendisinden bahsedileceğini asla düşünmüyor. 
Bir insan tanıyorsunuz. Tanımak da pek doğru bir kelime olmuyor ya bazen, işte o insanlardan. Ve ona kendinizi aslında çok yanlış tanıtmış bulunuyorsunuz mesela. Sonra bir şekilde birbirinizin hayatında yer tutmamaya başlıyorsunuz. İşte o geçmişte kalan insanla, eğer bir şehre aynı bakabiliyorsanız, bu bile, acıtıyor. 
Oysa ondan utandığınız anlar nasıl da çok! Keşke hatırlamasa, hatırlamadığına da emin olsam dediğiniz anlar. Ama soramazsınız ki, sormanız tam bir ironi. İnsanların kendileri için öyle bir anı yaşamış olma varsayımında bile bulunmak istemeyeceği anlar. 
Yazım hiçbir zaman güzel olmadı.
Bir şeyleri değiştirmek istiyorsunuz. Şimdide ve geçmişte. Ama gelecekte değil. Çünkü umudunuz var gelecekten. Çünkü umut en son ölür. Sonra hatırlıyorsunuz, bütün bunların farkındaydınız, geçmişte de. Bir şey değişmiyor.
Şimdi de yanlış anlaşılma kaygısına düşüyorsunuz. Oysa hiçbir şeyin yanlış anlaşılmayacağı biçimde yazmak için ne kadar uğraştınız! Ama o anlamaz, görüntüye aldanır. Paranoyaların dünyasındaki koltuğuna oturur en alışıldık biçimde. Oysa düşündüklerinin hiçbirinin bu yazdıklarınızla alakası yoktur. Basit.
Yorar.
Kaygı da yorar insanı. Oysa her şeyi ne kadar sade, ne kadar doğal yaşamak istemiştiniz! Ama ondan başkaları pek bilmez ki sizin oynama huyunuzu. Bildiğini sanan bir iki insan da Oğuz Ataycılığınızın özentisi sanıp küçümser. Oysa bütün bir hayatı böyle yaşamış olmanın yorgunluğunu ancak yarıya inmiş göz kapaklarınız bilir. Kimse bilmez. İnsanlar küçümser. Anlamaz. En kendini bilmez duygulardan biridir oysa küçümseme. Ve insanlar sizin de hep, küçümsediğinizi sanırlar. 
Bir şehre diyorum, aynı bakabilmek. İnsan eğer Antalya'nın kırk derece sıcağını ve yüzde çok nemini de 'gerçekten' özlüyorsa, uzaklardaki işi -şimdilik- bitmiş demektir. Ama izin vermez hayat. Dönmeye.
Oysa zamanı kontrol edebilseniz neleri değiştireceksiniz geçmişten?
Mesela dershaneye hiç gitmeyeceksiniz. En yakınınızdaki güzel insanlara oynamayacaksınız. Belki bazı insanları o kadar ciddiye almayacaksınız. Ciddiye alındıklarını ve hayatınızda gerçekten büyük yer ettiklerini düşünen insanları gerçekten ciddiye alacaksınız. Seveceksiniz. O yağmurlarda da az yürüdünüz, daha da yürüyeceksiniz. Hiçbir yağmur kaçırılmayacak. Okulda her gün fotoğraf çekeceksiniz. Felsefe hocanıza daha çok kitap hediye edeceksiniz. Bazı olayları da büyütmemeyi bileceksiniz. Asla ders çalışmamıştınız, hayret, doğru bir şey yapmışsınız. Asla postaneye gitmeyeceksiniz. Anıları kaybetmeyeceksiniz. Her şey yerli yerinde duracak. Bazı yollara da girmeyeceksiniz. Üzersiniz. İnsanları hayatınızdan bu kadar kolay şutlamayacaksınız. Babil tostunun kıymetini bileceksiniz. Her gün beş tost yiyeceksiniz. Ve şimdi eksik olan hiçbir parçayı kaybetmeyeceksiniz. Şu yazının yazıldığı ana gelmemek için. 
Bilirsiniz, bunlardan asla haberi olmayan bir insan sizinle aynı hissediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder