9 Kasım 2010

Tahammülsüzlük.

Sınıfta birden yükselen uğultudan erkek seslerini ayırıyor, o her sınıf içindeki konuşmasında nefretimin ve öfkemin kat kat arttığı çocuğun sesine ulaşıyor, öfkeleniyor, öfkeleniyordum. 


Amacı dersi dinlemek, verimli ders işlemek olan bir öğrenci değildim ama sınıf içindeki uğultu  bu tip gürültülere alışkın olmama rağmen çok yadırgadığım ve çok rahatsız olduğum bir durumdu. Gözlerim dalıyordu. Sesi duymamaya başlıyordum. Ama bu sınıfta bana huzur yoktu. Bir şeyin üstüne saatlerce gülebilir ya da hiç olmadığım kadar sabırlı olabilirdim. Huzura belki o zaman ulaşırdım, öfkemi yok sayıp gülümseyerek, gürültüyü yok sayıp sabrederek. Ama hayır, bunca hoşlanmadığım insana böyle tolerans göstermem için en küçük bir sebep dahi yoktu. Hele ki onlar beni ezmek ve benimle dalga geçmek için özel olarak fırsat kollarken. Huzura ulaşamayacaktım sonuç olarak, öfkeliydim.


Bu sınıfta kültürel konulardan konuşamazdınız, aynı duyguyu paylaşamaz, aynı amaçta haberleşilmiş, planlanmış hareketler sergileyemezdiniz. Herkes kendi içinde gruplaşmış, üstelik diğer gruplara da cephe almış durumdayken ve ben en yakın tabirine uyan bir arkadaşa bile sahip değilken bu sınıfın içinde, belki yalnızlığımdan belki tahammülsüzlüğümden insanlara karşı kin ve öfke besliyorsam eğer, bu yadırganamazdı elbet. Tahammülsüzdüm.


Zaman içinde alışmam tabii ki de beklenen ve umulan bir durumdu tarafımdan, ama zaten hayatımda bu kadar belirsizlik ve ümitsizlik varken bu uyuşmazlığın içinde de pozitif bir insan olup da onlara tahammül edip, bir maske takıp hep onunla dolaşmam en azından benim yapabileceğim bir şey değildi.


Huzura ulaşmaya çalışmayıp yalnızca içimden kendi kendime konuşmam ve teneffüs zili çaldığında da asla tam olarak tasdiklenmeyecek olan o en dostlarıma gidip rahatlamam yapabileceğim en mantıklı şeydi. Öyle yaptım.


Hayat zor dostlar, bir o kadar da güzel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder