21 Ağustos 2010

Küçüktüm, ufacıktım.

Yine mimlendim ben, bu sefer Daisy tarafından. Teşekkürler Daisy. :)
Konu çocukluğum olunca, şu ana kadar çocukluğumla ilgili birçok yazı yazmış olabileceğim, bu yüzden de bu yazıda yer alan bazı şeyleri eskiden okumuş olabilirsiniz. Bilmiyorum. Filtrelemekle uğraşamayacağım sanırım. Affedin. :)

Ben çocukken, turuncu saçlarım ve mavi gözlerimle beni her gören insanın turist bebek sevgisinin ortaya çıkmasına sebebiyet verirdim. Yolda yürüyemezdik resmen. Bir sürü genç kız saldırırdı üstüme. :) Sevilmek hoşuma giderdi, çünkü bir sürü hediye gelirdi sürekli. En azından bir çikolata alıp gelirdi eve gelen misafirler.  İyiydi, hoştu tabii.

Daisy arkadaşımız gibi ben de korkardım koşmaktan falan. Özellikle de toptan. Yakar top oynarken hep beni takımlarına almak isterdi arkadaşlar. Onlar iyi oynadığım için toptan kaçıyorum sanırdı ama ben toptan korktuğum için iyi oynuyordum. :)

Bir de Ceren'le* duvarın üstünden yürümece oynardık hep. Bahçemizin etrafını saran girintili çıkıntılı acayip duvarların üstünde yürürdük. Hiç düşmedik iyi ki. Bahçe tarafı değil de diğer taraf inceden bir orman sayılabilirdi. Portakal ağaçları, otluklar.. Bu bahsettiğim yere top kaçırırdık bazen. O zaman duvardan atlayıp topu almak gerekirdi tabii. Resmen çetelesini tutardık duvardan atlamanın. Aslında ha bir eksik, ha bir fazla. Fark etmezdi ama ısırgan otları çetele tutturuyordu bize. Bütün gece bacak kaşımak istemezdi hiç kimse.

Bir de oyuncak meraksızlığım vardı. Aslında birçok çocuktan çok oyuncağım oldu, belki de bu yüzden pek değer vermiyordum oyuncaklara. Bilmiyorum. Sevdiğim üç oyuncağım vardı. Birisi şimdi olsa yine oynarım dediğim ve oyuncakların toplu olduğu sepetlerden birinde dağınık halde bulunan kahve fincanı setim, diğeri babamın gerçekten bayağı pahalıya sipariş ettiği, diğer barbie bebeklere göre daha küçük, saçları yumuşacık, giysileri daha güzel Barbiemdi. Aynısından Ceren'de de vardı ama ondakinin televizyonu ve dergileri, bendekinin ise koltukları ve minderleri vardı. Biz iki Barbienin eşyalarını birleştirip ev yapardık. Kardeş olurduk falan.. Son olarak sevdiğim oyuncağım ise, kafasına basınca vak vak vak öten erkek ördeğim. Bir tek bu oyuncağımın alındığı zamanı hatırlamıyorum zaten. Üç yaşımda Antalya'ya taşındık ama bu bahsettiğim oyuncak Ankara'dan kalma sanırım. Neyse, bunların haricinde diğer oyuncaklarım pek bir değersizdi benim için.

Oyuncaklarım değersizdi ama, kitaplarım paha biçilemezdi, hala öyleler.


Bir de aşırı iyi bir karakterim vardı benim. Aslında her çocuk iyi olmalıdır, saf olmalıdır ama emin olun öyle değildi. Aksine Ceren falan fazlasıyla uyanıktı. İstediğini yaptırırdı bana bir şekilde. Hep arkadaşlarım küserdi bana. Ben kimseye küsemezdim.  O zamanlar için, fazla iyiydim.

Bir de maceracılığım vardı. Merve, hey. Hatırlıyor musun ? Hatırlamıyorsun büyük ihtimalle, ama Ceren hatırlıyor,  neyse, anlatıyorum. Minik dere ve ağaçlıkların ardında inşaat alanı bir yer vardı. Upuzun bir toprak alan düşünün. Bu alanda sıra sıra kazılmış beş altı tane 10ar metrelik çukurlar, çukurların kenarlarında çukurlardan çıkarılmış topraktan tepecikler düşünün.  İşte biz Cerenle okul çıkışı eve dönerken, bu alanın bulunduğu yere girer, tepelerin üstünden koşup, "Şurada düşmanlar var" diyerek kendimizce macera yaşardık. Yaşadığımız macera yetmeyince geri döner, yine aynı şeyi yapardık. Merve ile de, aynı şeyi aşağı indiğimizde yapardık. Çok güzeldi. :)

Maceracılık deyince, aklıma bir maceramız daha geldi. Tabii sözüm ona maceralar bunlar. Bu bahsedeceğim çocuk macerası ise birçok çocuğun favori eğlencesi olmuş olsa gerek. Koltukların üstüne çıkıp, koltuktan koltuğa atlamak. Evet, hatırladınız siz de. Bunu yapmayı çok severdik biz Merveyle.  Mervelerde Karayip Korsanları vardı. Günde iki-üç kez izlerdik biz o filmi. Çok sonra meşhur olmuştu zaten o film. Sinemalara gelmişti, televizyonda çıkmıştı falan. Neyse, biz o filmden özenip, atardık yere bir iki yastık, yere basmamaca oynardık. Yerler denizdi. Basınca ölüyorduk. Yastıklar ve koltuklar ise bizim gemimizdi falan.. 

Bir de evcil hayvan aşkı vardı bende. Köpek hariç -belki de bu yüzden en aşık olduğum hayvan köpek.- besleyebileceğim -iguana falan beslemedim gerçi.- neredeyse her hayvanı beslemiştim. Kaplumbağa, balıklar, kedi, kuşlar falan filan. Hakikaten, balıklar dedim de, aklıma köpek balığımız geldi. Bizim bir küçük köpek balığımız vardı. Gerçekten bayağı büyük olan ve salonun bir köşesini kaplamış olan koca akvaryumumuzdan sürekli intihar ederdi. Sıçrardı, zıplardı. Bir şekilde o akvaryumdan çıkmayı başarırdı ama her seferinde onu yakalayıp geri akvaryuma atardık. Bir gün filtreyi temizlemek için yine akvaryumun kapağını açtığımızda, her zamanki gibi bir sıçrayışta akvaryumdan çıkmayı başarmıştı bizim köpek balığı. Ama bu seferki farklıydı biraz. Dizime düşmüştü, dizimden sıçrayıp annemin dizine ve en sonunda yere.. Yerde can çekişiyordu ve ben hiç korkmadığım kadar çok korkuyordum bu sefer balıktan. Babam almıştı onu. Kurtulmuştu. :)

Bir de meslek merakım vardı tabii. Köpek gezdiricisi, arkeolog, bilim kadını -çocukken buna bilim kadını diyordum ben.-  ya da öğretmen olmak istiyordum. Genel olarak öğretmen olmak istediğimi söylerdim ama, sanırım bu pek fazla meslek bilmediğimdendi. 

Bir de atarim vardı tabii. Mario aşkım da oradan koptu geldi zaten. Aşırı derecede çok severdim ve birçok arkadaşımdan iyi oynadığım için sen ölünce ben, ben ölünce sen oyunlarında beni almak istemezlerdi çok bekledikleri için. :)


Ayrıca, turuncu saçlı olmamdan dolayı o zamanların -şimdiki hali hiç hoş değil.- sevilen dizisi Çocuklar Duymasındaki karakter Havucun lakabı bana da geçmişti. Bana havuç diyen erkekler pek iyi bir dayak yerdi. :)


Şimdilik aklıma gelenler bu kadar, yazımın sonunda, Merve Güvençi mimlemek istiyorum ama, çocukluğunu bildiğimden mimlemiyor, onun yerine, uLeSh ve Onur Konya'yı mimliyorum. Hadi bakalım. :)

1 yorum:

  1. I don't understand everything but what I'm sure, you have a picture of J.L. (PEACE AND LOVE)

    YanıtlaSil