11 Ağustos 2010

Balıklama.

Aklımda milyarlarca düşünce var, nereden başlasam bilemiyorum. Bilemediğim için başlamazsam ya ? Başlarım herhalde, o kadar yeni kayıt butonuna bastık. -"Sanki enerji harcamış da, yeni kayıt butonuna basmayı iş ediniyor" falan demeyin, bazıları için çok zordur bu butona basabilmek. Aylar gerektirir.- Neyse, bir değişimin eşiğinde hissediyorum kendimi, hatta kulağımdaki o aptal ağrıyı da fantastik bir şekilde mutasyonuma bağlıyorum.  Değişim demişken, birkaç örnek vermek istiyorum. -Çünkü aklımdaki diğer düşüncelere nasıl atlayacağım konusunda hiçbir fikrim yok, evet.- Mesela, artık bir şeyi istiyorsam, o şeyi kesinlikle elde ediyorum. Eskiden böyle değildi. Elde etmesi zor bir şeyse pes ederdim falan. Şimdi ise uğraş vermeyi bile gerektirmiyor. -Bu, isteklerimin ulaşılabilirlik seviyelerinin yükseldiğini ifade etmesin size.- Başka ne örnek versem ? Hah, buldum. Artık eskisi gibi sabırsız, öfkeli ya da kıskanç değilim. Aksine, fazlasıyla sabırlı, -bkz: "D&R kartınız bir ay içinde gelir."- her insanın öfkeleneceği derecede önemli bir şey olmadığı sürece sakin ve kıskançlık duygusundan tamamen uzak bir hayat yaşıyorum. Bunu neye borçluyuz ? Bilemiyorum. Bunu neye borçluyuz demişken, "Şunu yap da ne dilersen dile benden." dediğim insanlar vardı vaktinde, bir dilek borçlanmıştım onlara. Ben mi hatırlatayım canım ? Gelin dileyin dileğinizi, aklımı meşgul etmesini istemiyorum, aklıma gelmişken söyleyeyim dedim. Daha başka neler var beynimin derinliklerinde ? Beyin demişken, şu sıcak havalar bana kafatasımın içinde sıvı ya da sıvımsı herhangi bir madde ya da bileşim ya da karışım kalmadığı, beynimin kafatasıma yapıştığı hissi veriyor. Kafatası demişken eklememek olmaz, kafası, kafatası. Evet. Evet dedikçe aklıma sevdiceğim Fıratın çokbilmiş arkadaşı Melis geliyor. Buradan söylemeliyim ki, Melis senden nefret ediyorum. Ayrıca, Fırat demişken, sorarım size, bu Fırat aşkı Uğur Gürsoy hayranlığının bir göstergesi olabilir mi ? Uğur Gürsoy deyince de, Uykusuza atlamamak olmaz. Yarın gelse de, Uykusuz ve Penguen alsam diye çıldırıyorum her perşembe arifesi çarşambada olduğu üzere. Ayrıca Penguen ile Uykusuzu aynı cümlede kullanmışken belirtmeliyim, acı gerçek: Uykusuzu Penguenden milyar kat daha çok seviyorum. Herkeste böyle mi ? Bilemiyorum. Bilememek demişken, hala küçük bir çocuk misali -küçük bir çocuk misali mi ? Olabilir.- ben neden varım ? Neden Sevdeyim ? Ailem neden bu insanlar ? Nasıl algılıyorum ? Nasıl yaşıyorum ? Yoksa rüya mı hepsi, uyanınca başka biri mi olacağım ? tarzı sorular var zihnimde. Ama kabul ediyorum, insan aklı bazı şeylere ermiyor dostlar. Akıl ermesi.. Bir şey daha diyeceğim, belki de soracağım. Arasında gayet belirgin bir yaş farkı olan iki insanı ele alalım. Ama bu iki insan arasında bir de kuşak farkı var olsun. Ya da kuşak farkı değil ama ne bileyim, biri lisede olsun, diğeri üniversiteyi bitirmiş olsun mesela. Bu iki insandan küçük olan, büyük olanın aklındaki şeyleri anlar mı, anlayamaz mı ? Merak konusu. Merak demişken, fazla merak başa bela oluyormuş gerçekten de, bunu da yaşayıp öğrenmiş oldum. Ayrıca yaşayıp öğrenmek demişken, insanlar bizi bazı konularda uyarırlar ya hani, "Şimdi ders çalışmazsan toparlayamazsın. Günde bir iki saat çalışma bile yeter, yeterki bunu her gün yap." diyen velilerimiz-öğretmenlerimiz mesela. Onları dinlemek gerekiyormuş, bazı hatalar yapıldıktan sonra ciddiyeti anlaşılınca iş işten geçmiş olabiliyor. İş işten geçmiş olmak.. Çağrışım yaptı yine. İnsanlar öyle doyumsuz ki, "İş işten geçti artık." cümlesi onları vazgeçiremiyor çoğu zaman amaçlarından. Boşa kürek çekiyorlar. Boşa kürek çekmek demişken, geçenlerde gittiğimiz raftingte bu hisse kapıldım evet. Su bizi fırlatıp atarken, kürek çekmeye çalışanlar vardı. Onlardan değildim iyi ki, su zaten götürüyordu bizi. Bir de yine raftingle ilgili bir boşa kürek çekme örneği vereceğim, bu cidden vahim bir durum ama. Rafting yapmaya başlamadan önce, bota binip kürekleri akıntının ters yönünde çekmemiz söylenseydi, -bazı gruplar yaptılar bunu.- boşa kürek çekmek olayının alasını yaşamış olacaktık. İyi ki söylenmedi. Söylenmek derken, annem arada sırada söyleniyor fazlaca. Duymak istemediğim şeyleri duymamayı kulağımı tıkamadan başarabildiğimi keşfettim sayesinde. Gerçi keşfedeli çok oldu, kitap okurken kullanıyorum bu modu iki üç yıldır. Kitap okurken kullandığımı söylemişken, dokuzuncu sınıftayken resim dersinde kitap okuyormuşum, Ataer bana seslenmiş, ama ne sesleniş. "Kızıl, turuncu, havuç, sevda, sevde, dostum, hişt, pişt, irlandalı, norveçli, hey". Bunların hepsini kullanmış seslenişlerinde, duymamışım. Yediğim darbeden sonra moddan çıktığımı ve Ataerin pis bakışına maruz kaldığımı çok net bir şekilde hatırlıyorum.  Pis bakış ve dokuzuncu sınıf demişken, bakışlarımda nasıl bir tılsım vardı da beni ilk gördüğünüzde çok korktunuz ey dokuzuncu sınıfta benimle aynı sınıfta bulunan ahali ? diye sormalıyım sanırım bir ara, sorarım. Bir de çok net bir şekilde hatırlamak, ifadesini kullanmışım. Bu da aklıma eşi benzeri bulunmaz -heheyt, kendimi övdüm, bunu hiç yapamamıştım, olley.- hafızamı getiriyor. Antalyaya taşındığımız üç buçuk yaşımdan itibaren her anımı ayrıntılarıyla hatırlıyorum, bazen çok eski bir anımı anlattığımda annemler hatırladığıma inanmıyorlar, "bunu hatırlıyor olamazsın, bizden duymuşsundur." diyorlar, deli oluyorum. Deli olmak demişken, hangi "Şuna deli oluyorum." ifadesini kullanan-kullanmış-kullanacak olan insan  "ben kesinlikle normal bir insanım." diyebilir ki ? Sen zaten delisin man, bu yüzden deli olmak ifadesini kullanman aptalca. -Bu benim için de fazlaca geçerli tabii.- Geçerlilik demişken, aklıma milyarlarca düşüncenin bulunması geçerliliğini yitirmiş durumda, bu yüzden bu şapşal yazıma son veriyorum. Kalın sağlıcakla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder